24
Şubat 2012
663 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME SAĞLIK
HİZMETLERİNDE BÜTÜNLÜĞÜ PARÇALAMAKTA, SAĞLIK PERSONELİNİN
GELECEĞİNİ KARARTMAKTADIR !
663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK),
bir özelleştirme programı olan sağlıkta dönüşümün hükümet
tarafından yazılı hale getirilmiş beyanıdır. Bu beyanla Sağlık
Bakanlığı sağlık hizmeti sunumundan tamamen çekilmekte;
yalnızca planlayan, denetleyen, organize eden bir kurum olarak
tarif edilmektedir. Sağlık Bakanlığı ana hizmet birimleri
içinde yer alan Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ana
Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması (AÇSAP) Genel Müdürlüğü, Sıtma
Savaş Daire Başkanlığı, Verem Savaş Daire Başkanlığı yeni
düzenlemede yer almamıştır. Bakanlık sadece Acil durum ve afet
hallerinde sağlık hizmetlerini planlamak ve yürütmekle yükümlü
kılınmıştır. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin sunumu bağlı
kuruluş olarak tanımlanan Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’na
bırakılmıştır. Gelir ve giderleri tanımlanmamış, bütçesi belli
olmayan bu kurumun hizmet sunumunu nasıl gerçekleştireceği
belirsizdir. Hedeflenen, bağlı kuruluş olarak tanımlanan
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu ve Türkiye Kamu Hastaneleri
Kurumu’nun piyasa mantığına uygun olarak hizmet üretip satan,
gelir getirici işletmelere dönüştürülmesidir.
Bilindiği gibi
çağdaş sağlık hizmetlerinin vazgeçilmez kriterlerinden
biri tedavi ve koruyucu hizmetlerin bir arada verilmesi ve
basamaklar arasındaki entegrasyonun sağlanmasıdır. Oysa ikinci
basamak sağlık hizmetlerinin sunumu için tanımlanan Kamu
Hastaneleri Kurumu ile Halk Sağlığı Kurumu arasında
entegrasyonun sağlanabileceği kuşkuludur. Sağlık
hizmetlerindeki bütünlüğün bozulacağı, kar amaçlı bu kurumların
toplum sağlığını korumayı öncelemek yerine, çalışma
performans kriterlerini tutturma yoluna gidecekleri açıktır.
Diğer yandan var olan hukuki düzenlemeler taşra teşkilatındaki
bu üçlü yapının görev alanını çok net çizgilerle ayırmış
değildir. Bu durumun uygulamada özellikle de uygulayıcılar
yönünden ciddi sorunlara yol açabileceği; hizmet sunumunda
karışıklıklara neden olacağı
bellidir.
Yapılan bu düzenlemeler ile temel sağlık
hizmetleri parçalanmakta, risk gruplarına yönelik örgütlenmeler
yok edilmektedir. Aile planlaması, verem-sıtma-trahom savaşı
hizmetleri de yeni yapılanmada Halk Sağlığı Kurumu’na
devredilmiştir. Bu, aile planlaması, verem savaşı gibi
dezavantajlı gruplara yönelik sağlık hizmetlerinin gerilemesi
demektir. Kızamık teşhisinde kan numunelerini değerlendiren,
aşıların etkinlik kontrolünü yapan Refik Saydam Hıfzıssıhha
Merkezi Başkanlığı da yeni Kanun’la kaldırılmıştır. Bu durumun
sağlık hizmet sunumunu nasıl etkileyeceği açıktır. Sağlık artık
parası olanın erişebileceği, hatta parası olanın bile nitelikli
sağlık hizmeti satın alamayacağı bir mecraya
sürüklenmektedir.
Yeni örgütlenme modeli içinde sağlık
çalışanlarının özlük hakları da yeniden düzenlenmektedir.
KHK’da İl Sağlık Müdürlüklerinin ve Halk Sağlığı
Müdürlüklerinin taşra teşkilatlarının kadroları verilmiştir.
Var olan kadrolar üzerinden fiilen bu durumun nasıl
örgütleneceği; kimlerin il/ ilçe Sağlık Müdürlüklerinde
kimlerin İl Halk Sağlığı Müdürlüklerinde ve ilçelerde Toplum
Sağlığı Merkezlerinde çalışacağı belirsizdir. Sağlık Bakanlığı
tarafından 02.02.2012 tarihinde yayımlanan İl Yapılandırma
Genelgesi ile hastaneler, toplum sağlığı merkezleri, aile
sağlığı merkezleri, AÇSAP merkezleri, verem-sıtma-trahom savaş
dispanserleri, halk sağlığı laboratuvarları, 112 istasyonları
ve daha bir çok kurumun hem malzemeleri hem de personelini yeni
tanımlanan kuruluşlara deyim yerindeyse dağıtılacaktır. Hukuki
açıdan değerlendirildiğinde genelgenin özellikle devir
maddelerinin sorun oluşturacağı gözlenmektedir. Ve en yakın, en
can alıcı tehlike belli ki personel yönünden yaşanacaktır.
Sağlık çalışanlarının geçici görevlendirme ve naklen atama
yoluyla çalıştırılacakları bir sürecin başlayacağı
ortadadır. Nitekim bugün bütün pratisyen hekimler ve
birinci basamak sağlık kurumlarından çalışan sağlıkçılar kendi
iradeleri dışında, hiç bilgilendirilmeden ilçe yöneticilerinin
ve il sağlık müdürlüğü yetkilerinin görüşleri doğrultusunda
kadroları ile birlikte yasada belirtilen kurumlara
dağıtılmaktadır. Bugün birçok meslektaşımız nerede/ nasıl
çalışacağına ilişkin kaygı taşımaktadır. Özellikle bağlı
kuruluşlarda çalışacak kadroların her ne kadar Sağlık Bakanlığı
bünyesinde yer alsalar da, ayrı tüzel kişiliğe
sahip ve idari yandan özerk
kuruluşlar olduğundan özlük hakkı kayıpları yaşayacaklarının
bir kez daha altını çizmek istiyoruz. Bakanlık merkez
teşkilatına bağlı kumlarda kalacak personelin de özlük hakları
net değildir. Halk Sağlığı Kurumunda çalışan personelin zamanla
Bakanlık teşkilatına dönebilme koşulları, mevcut kadroların
durumunun ne olacağı, aile hekimleri açısından da tartışıldığı
üzere net olarak
düzenlenmemiştir.
Yeni düzenlemeler sağlıkta özelleştirmeyi
artırırken yeni yıl itibariyle başlatılan Genel Sağlık
Sigortası uygulaması ile sağlığa erişim daha da zorlaşmaktadır.
Türkiye'de yaşayan herkesin GSS kapsamında olacağı söylemi,
herkesin sağlık hizmetlerinden devlet güvencesi altında ve para
ödemeden faydalanabileceği yanılgısını
oluşturmaktadır.
GSS uygulaması ile mevcut Yeşil Kartların vize tarihinin
bitimini takip eden bir ay içinde gelir tespiti için Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına başvurmaları gereği
doğmuştur. SGK’nın, Vakfın bildirdiği gelir testi sonucuna göre
kişileri tescil edip prim oranlarını ve hanede kaç kişinin prim
ödeyeceğini haneye bildireceği; sağlık kurumlarından hizmet
alınabilmesi için sistemleri üzerinden provizyon vereceği
duyurulmuştur.
Vatandaşlarımızın evlerine bu işlemleri yaptırmaları için uyarı
mektupları gelmeye başlamıştır. Gelir tespitinde önemli
aşamalardan biri olan hane ziyaretlerinde; ısınma, ulaşım,
giyim, kira vb. harcamaları, tüketim alışkanlıkları, evde
bulunan televizyon, buzdolabı, bilgisayar vb. eşyalar, kısaca
evin konforu sorgulanacaktır. Aile bireylerinin harcamaları,
taşınır ve taşınmazları ile bunlardan doğan hakları, sürekli
olarak alınan nakdi sosyal yardımlar dahil bütün gelirler
dikkate alınarak aile içinde kişi başına düşen gelirin aylık
tutarı tespit edilecektir.
Sosyal Güvenlik Kurumu Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü,
yayınladığı duyuru ile Yeşil Kart sahiplerinin ortez, protez,
tıbbi sarf malzemeleri ve görmeye yardımcı tıbbi malzemeler
için, önce cepten ödeme yapacağını ve bunun karşılığında
aldıkları faturaları Genel Müdürlüğe ibraz edeceklerini
bildirmiştir. Bu belgeler sunulduğunda ödeme tutarı geri
alınacak ancak Sağlık Uygulama Tebliği’nde belirtilen fiyat
farkı ve katılım payı geri alınamayacaktır. Yine 17.01.2012
tarihinde yayımlanan Kanunla yapılan düzenlemede, kişi başına
düşen aylık geliri asgari ücretin üçte birinden az olan
vatandaşların ve yaşlılık maaşı alanların, yani “en
yoksulların” SGK ile sözleşmeli üniversite ve istisnai hallerde
özel sağlık hizmeti sunucularına müracaat edebilme koşulları da
yine SGK tarafından
belirlenecektir.
Yine aynı kanun ile katkı paylarına ilişkin
önemli bir düzenleme yapılmıştır. Katılım payı, ayakta hekim ve
diş hekimi muayenelerinde 2 TL olarak belirlenmiş; ortez,
protez, iyileştirme araç ve gereçleri ile ayakta tedavide
sağlanan ilaçlar için, gereksiz kullanımı azaltma, sağlık
hizmetlerinin niteliği itibarıyla hayati öneme sahip olup
olmaması, kişilerin prime esas kazançlarının, gelir ve
aylıklarının tutarı ve benzeri ölçütler dikkate alınarak % 10
ila % 20 oranları arasında belirlenebileceği belirtilmiştir.
Ayrıca SGK, aile hekimlerince yazılan reçeteler dahil olmak
üzere reçetede yer alan üç kaleme/ üç kutuya kadar ilaç(lar)
için 3 TL, ilave her bir kalem/ kutu ilaç içinse 1 TL olmak
üzere katılım payı uygulamaya yetkili kılınmıştır. Yine ikinci
ve üçüncü basamak sağlık kurumlarında yapılan muayenelerde
sağlık kurumunun basamağı, resmi ve özel olup olmaması, sevkli
olarak başvurulup başvurulmadığı gibi konulara göre bu katılım
paylarının on katına kadar artırılabileceği
belirtilmiştir.
SGK bu türden kısıtlamalarla vatandaşları hem
“akılcı ilaç kullanma” hem de “kendine iyi bakma” konusunda
bilinçlendirmeye(?!) çalışmaktadır. Ancak bilindiği gibi;
Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesinde yapılan düzenlemelerle
vatandaşın çok sık doktora başvurması sağlanmış, sağlıkta bir
“tüketim” alışkanlığı kazandırılmış; bunun karşılığı da
“isteyen istediği hastaneye gidebiliyor”, “sağlıkta erişim
arttı” söylemleri olmuştur. Şimdi ise mevcut alışkanlıklar
kazandırıldıktan, kışkırtılmış bir talep yaratıldıktan sonra
“ilaç kullanımı konusunda bilinçlendirme”, “gereksiz kullanımı
azaltma” gerekçeleriyle katkı payı alınmasının yolu açılmıştır.
Sağlığın ertelenemez ve ikame edilemez bir ihtiyaç olduğu
düşünüldüğünde, bu katkı paylarının daha da artacağı, SGK’nın
elinin vatandaşın cebinden hiç çıkmayacağı açıktır. Artık
vatandaşa “istediğin sağlık kurumuna gidebilirsin ama parasını
ödemek koşuluyla” denmektedir.
Peki ülkemizin ihtiyaç duyduğu sağlık sistemi
bu mudur? Biz ülke kaynaklarının basamaklandırılmış, eşit,
nitelikli, erişilebilir sağlık hizmeti sunumu için yeterli
olduğunu, bunun siyasi iradenin nasıl kullanılacağına ilişkin
bir tutum olduğunu biliyoruz.
KHK, insan haklarına, sağlık hakkına,
insanca çalışma hakkına aykırıdır. Ve bu nedenle de bizler
açısından yok hükmündedir. Sağlık Bakanlığını bir kez daha
uyarıyoruz!
İSTANBUL TABİP ODASI
PRATİSYEN HEKİMLİK DERNEĞİ
|